Osmanlı Devleti’ nin kuruluşundan bu yana devlet, hem fetih politikasının rahat uygulanabilmesi, hem de ülkesinde yaşayan insanların refaha ve huzura kavuşması için iktisadi yapıya çok fazla önem vermiştir. Bozkır kültürünün etkisiyle başlangıçta tarım ve hayvancılıkla uğraşılmış, sonraları ticari hayatla birlikte âhîlik kurumuna geçilmiş, yeni fethedilen bölgelerin imarı ve burada hazır pozisyonda bekletilecek askerlerin masrafları için de, Selçuklularda ki İkta sisteminden etkilenerek “Timar Sistemi” kurulmuştur. Bu sistem Osmanlılarda hem ekonominin hem de askeri sistemin temelini oluşturmuştur. Bu sistemin bozulması devletin mali, askeri, politik, idari ve sosyal yapısında da bozulmalara sebep olmuş ve bu da devletin çöküşünü hızlandırmıştır.
İçindekiler
GİRİŞ
1. OSMANLI MALİYE TEŞKİLATININ KISA BİR TARİHÇESİ
2.OSMANLI DEVLETİ’NİN BAŞLICA GELİR KAYNAKLARI
2.1. VERGİLER
2.1.1. TEKLİF-İ ŞER’İYYE
2.1.2. TEKLİF-İ ÖRFİYYE
2.1.3.ESNAFLARDAN ALINAN VERGİLER
2.2.Vakıflardan
2.3.
3-OSMANLI DEVLETİ’NİN GİDERLERİ
3.1.Mevacib
3.2. İn’am, adet-i üsküf, adet-i salyane, adet-i esb ve tirgeş
3.3.Sarayın ve kışlaların mutfak masrafları (mühimmat-i matbah-ı amire).
3.4.Donanma masrafları
3.5.Mübayaa
3.6.Zarar-ı kasabiye
3.7 Temizlik ve aydınlatma masrafları.
3.8 Bürokratik giderler.
4-OSMANLI ‘DA EKONOMİYİ DÜZELTMEK İÇİN UYGULANAN SİSTEM VE USULLER
4.1.TİMAR SİSTEMI:
4.2. İLTİZAM SİSTEMİ
4.3. MALİKNE SİSTEMİ
4.4.ESHAM SİSTEMİ (USULÜ)
5. OSMANLI MALİ SİSTEMİNDEKİ GÖREVLİLER
5.1.DEFTERDAR
5.2. DEFTERDARIN ALTINDAKİ GÖREVLİLER
SONUÇ:
KAYNAKÇA
GİRİŞ
Klasik dönem Osmanlı mali teşkilatına baktığımızda, Sultan Orhan’ ın(1281- 1362) Osmanlı Devleti’ nin gerçek kurucusu olarak kabul edip, Osmanlı mali teşkilatına bu padişahtan sonra bakmak daha doğru olacaktır. Çünkü Osmanlı Devleti’ nin bir devlet olarak bütün müesseseleriyle birlikte ortaya çıkması bu padişah zamanında gerçekleşmiştir.1 Orhan Bey’ den önce ise; Osmanlı Beyliği’ ndeki ekonomik hayat hilîk2 kurumu üzerinden kontrol edilmeye çalışılmıştır. Abbasi Halifesi En-Nasır Li Dinillah tarafından kurulan Fütüvvet Teşkilatı3 ise hilîk kurumunun oluşmasını ve gelişmesini sağlamıştır.4 Cami, tekke ve ribatların5 çevresinde oluşturulan ticari hayatın asıl amacı; sanat erbabını müşterek bir iş ahlâkı içinde korumak, zaruret olmadıkça meslek değiştirtmemek, düşkünü koruyup kollamak olmuştur. 6 XIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar bu kurum “hilîk” adıyla, XVIII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar ise “gedik, lonca” ismiyle Osmanlı Devleti’nde ekonomik hayatı ayakta tutan en önemli unsur olmuştur.7 Gerileme ve dağılma döneminde ise hilîk sisteminin zayıflaması, Osmanlı Devleti’ nin fetih politikasıyla paralellik göstermektedir. Savaşların kaybedilmesi, uzun süren kuşatmaların mağlubiyetle sonuçlanması, gelir ve giderin dengelenememesi esnafa ve zenaat erbabına yeni vergiler yüklenmesine sebep olmuş ve âhîlerle Osmanlı yönetimini karşı karşıya getirmiştir.
Anadolu’ da bir beylik olarak kurulan Osmanlı Devleti, Anadolu’ da kendinden önce yerleşmiş olan ve yerleştiği zaman da komşusu durumunda olan bazı devletlerden, siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik anlamda etkilenmiştir. Osmanlı Devleti mali konularda ise; esas itibariyle Batı Moğolları denilen İlhanlılar ve Anadolu Selçuklu Devleti’nden etkilenmiştir.8 Her ne kadar “Devlet” olarak ortaya çıkması, müesseselerini oluşturması Orhan Bey zamanında olmuş olsa bile ilk vergi uygulaması Osman Bey zamanında gerçekleşmiştir. Osman Bey zamanında “Pazar(bac) Resmi” bir vergi çeşidi olarak Osmanlı maliyesinde yerini almıştır. Vermiş olduğu emirde Osman Bey şöyle demiştir: “Her kim pazarda satış yapıp para kazanırsa bunun iki akçasını versin, satamazsa hiçbir şey vermesin ve bu kuralı kim bozarsa Allah Teâla da onun dinini ve dünyasını bozsun.” 9 Bu emre göre verginin uygulanması, aslında devletin vatandaşını zora sokmadan, kendisine bağlamasının bir yolu olarak vergi alması şeklinde açıklanabilir.
Osmanlı mali politikalarını uygularken her zaman dini, askeri, idari ve mali kaygı içinde bulunmuştur. Ekonomi tarihçisi Mehmet Genç’e göre, Osmanlı Devletinin birinci önceliği; ordunun, sarayın ve bürokrasinin, bir diğer ifadeyle kent ekonomisinin iaşesidir.10 İkinci önceliği; mali gelir sağlamak, üçüncüsü ise; geleneksel düzenin korunması ve yeniden üretilmesidir.11 Bu üç öncelik Osmanlı maliyesine yön vermiş ve devlet, kanunnamelerini buna göre çıkarmıştır.
Bu çalışmada Orhan Bey’ den başlayarak modernleşme dönemi olan II. Mahmud dönemine kadar olan iktisadi yapı genel hatlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti’ nin gelir kaynaklarından başlanılarak, bunların tarih içinde gelişimi, değişimi, imparatorluk üzerindeki olumlu veya olumsuz tesirleri, padişahların tutumları ve reformları kategorilenerek aktarılmıştır.
1. OSMANLI MALİYE TEŞKİLATININ KISA BİR TARİHÇESİ
Osmanlı Devleti kendisine ait yazılı bir kanunname olmadan önce dahi kendine ait bir gelenekle ortaya çıkmıştır. Bu geleneğin uygulanmasında üst mercii İslam hukuku olmuştur. İslam hukuku ise Osmanlı’ ya, Anadolu’da kendilerinden önce hükümdar olan Diyâr-ı Rûm Selçukluları tarafından aktarılmıştır. Ama mali konularda ise, İslam hukukuyla çelişen bazı kanunları çıkarmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir. 12 Mali sisteme bakıldığında, devlet sık sık ekonomiye müdahil olmuştur ve böylelikle devlet en ücra toprağına kadar bu sistemi götürmüştür.
Güçlü bir ordu için iyi bir ekonomi olması gerektiğinden, Orhan Bey mali ve iktisadi konularda, kendinden önceki geleneği de koruyarak bazı yenilikler yapmıştır. Bunlardan en önemlisi uygulamış olduğu iskân politikası, ilk darphane’nin Bursa’da kurulması ve ilk gümüş sikkenin13 bastırılmasıdır.14 İskân politikası sayesinde, bozkır kültürünün etkisinde olan bu beylik de, en önemli gelir kaynağı olan tarım ve hayvancılık daha da artmıştır. Böylelikle tarım ve hayvancılık aynı zamanda devlet için gelir getiren kaynaklar arasında her dönemde baş sırada olmuştur. Bağımsızlık alameti olan gümüş akçenin bastırılması da ekonomik hayat için bir kolaylık olmuştur.
Sultan I. Murad zamanında ise; Osmanlı mali teşkilatı ilk kez kurumlaşmıştır. Bu dönemde devletin merkez ve eyalet teşkilatları oluşturulmuş ve tabiri caizse devlet önünü görür hale gelmiştir. I. Murad’a bu oluşumlarda Vezir-i âzam Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa (1305-1387)yardım etmiş ve böylelikle “Devlet Hazinesi” ve “Mali Teşkilat Sistemi” resmen kurulmuştur.15 Osmanlı maliyesi aslında “Hazine” adı verilen kuruluşlar üzerine inşaa edilmiştir. III. Selim’e kadar da hazine” İç”(Enderun veya da Hassa) ve “Dış”(Birun, Miri, Amire) hazine olmak üzere ikiye ayrılmış ve III. Selim zamanında ise ülkenin durumuna göre bu hazinelerin yanısıra günümüzdeki bütçe dışı fon yapısına benzeyen bir sistem daha oluşturulmuştur.16
Dış hazine, devlet adına çalışan en önemli kurumdur. Toplanan vergiler ve devlete ait diğer gelirler bu hazinede toplanır ve devlet, harcamalarını bu hazineden yapardı. Bu hazinenin yöneticisi ve sorumlusu “Başdefterdar” idi. İç hazine ise; aslında bir nevi padişahın kendi kasası sayılırdı. Padişah, kendine ait para, mücevher, altın ve gümüşlerini burada saklatırdı. Padişah özel harcamalarını bu hazineden yapardı, ama dış hazinenin ihtiyacı olduğu durumlarda ise padişah hazinesinden”pençe” denilen bir nevi ödeme talimatı ile borç alınır ve sonra buraya geri ödenirdi.17
Fatih Sultan Mehmed (1453-1481) döneminde ise; devlet imparotorluk yolunda müesseselerini kanunlaştırmış ve kendini bir kez daha kurmuştu. Fatih üç kanunname ile devletini sağlamlaştırma yoluna gitmişti. Reaya Kanunu(Kanun-i Padişahî), Kanunname-i l-i Osman( Osmanlı Teşkilat Kanunu) ve Kanunname-i Kitabet-i Vilayet.18 Özellikle ilk kanun ülkenin üreten kısmı olan reayalar ve ülke ekonomisi için çok önemlidir. Padişah “Buğdan” seferi sırasında timar ve zeamet sistemindeki karışıklıktan rahatsız olup, bunun düzeltilmesi için emir vermesi, bu kanunnamenin hazırlanmasının en önemli sebebidir.19 Bu ilk kanunda cezalarla birlikte vergiler düzenlenilmiş ve gayrimüslim ve müslüman olan halktan alınacak vergi miktarları belirlenmiştir. İkinci sırada bulunan kanun merkez teşkilatını ilgilendirken, üçüncü kanun ise gayrimenkul sayımları ile alakalıdır. Bu kanuna aynı zamanda “Tapu Tahrir Kanunu” da denir. Osman Bey ile başlayan para basım olayı, Fatih zamanında altın akçenin basımıyla devam etmiştir.20
II. Beyazid döneminde ordu ve donanmanın beklenilenden fazla olan giderleri için devlet, ilk örfi vergi olan “Avarız Resmi” ni halktan toplamıştır21. Avarız; ek vergi, olağanüstü vergi anlamında kullanılmıştır. 16.yüzyılda olağanüstü durumlarda toplanan bu vergi, devletin ekonomik bunalım içeresinde olmasından dolayı 17. ve 18. yüzyıllarda düzenli bir vergi haline gelmiş ve Tanzimatla birlikte kaldırılmıştır.22 Avarız vergisi önceleri 5 yılda bir 20 akçe iken IV. Murat dönemine gelindiğinde bunun 300 akçe olduğu görülmektedir. Yavuz döneminde ise; yoklama ve teftiş elamanı olarak “Bakı Kulu Teşkilatı” kurulmuştur. Bu teşkilatın görevi; vergi kaçağını önlemek, ödenmeyen vergileri tahsil etmek ve Maliye memurlarının işlem ve hesaplarını denetlemekti. Devletin mali konularda ne kadar hassas davrandığını bu kurum aslında bize ispatlamaktadır. Çünkü bu, devlet içinde “denetçinin bile denetçisi var” anlayışını oluşturmuştu.
Kanuni döneminde ülke topraklarının artması, beraberinde bazı yeni düzenlemeleri de birlikte getirmişti. İslam hukukunu örnek alan devlet bu konuda en yetkili isim olan Kanuni döneminin Şeyhulislam’ı olan Ebusuud Efendi’yi miri(devlet arazisi) arazilerle ilgili hükümleri yeniden düzenlemesini istedi.23 Ebusuud Efendi bu düzenlemeyi mükemmel bir şekilde gerçekleştirdi ve toprakları öşrî, harâcî ve örfî arazi olmak üzere üç kısma ayırdı.24 Kanuni, Fransa’ya ticari ayrıcalıklar vermeden evvel böyle bir düzenletme yaptırtması, Osmanlı mali sistemi hakkında bize kadar ulaşan bilgilerin ne kadar titizlikle hesaplandığını bir kez daha ispatlamaktadır.
16.yüzyılın sonlarına doğru bütçe açıkları başladı ve devlet bir dizi düzenlemelere gitti. Narh listeleri25 oluşturuldu ve bu listelere mal ve para piyasalarındaki dalgalanmalar, bunalımlar, problemler kaydedildi. Bazı gelirler iltizam’a 26 devredildi, örfi vergiler artırıldı ve tağşiş (para değerini düşürme)27 ile bu açıklar kapatılmaya çalışıldı. 1653 yılında ise Tarhuncu Ahmet Paşa devletin gelir-giderlerini ve açığını ayrı ayrı hesaplayarak, ilk bütçe tasarısını düzenledi. 1793 yılında ise tek hazine dönemi sona erdi ve 1840’a kadar sürecek olan çok hazineli dönem başladı. İrad-ı Cedid Hazinesi kuruldu ve defterdarlık dönemine geçildi. Yine bu dönemde İstanbul’un ihtiyacını korumak için Zahire Hazinesi ve Defterdarlığı, tersane ve donanma giderleri için ise Tersane-i Amire Hazinesi ve Defterdarlığı kurulmuştur.
Ve bu çok hazineli ve mali anlamda bunalımlı dönem II. Mahmud ile birlikte devam etmiş ve devlet askeri alanda yapmış olduğu yenilikler için devamlı olarak yeni formüller uygulamaya çalışmıştır.
2.OSMANLI DEVLETİ’NİN BAŞLICA GELİR KAYNAKLARI
Osmanlı Devleti’nde Mısır dâhil olmak üzere bütün eyaletlerde, devlet gelirlerinin toplamının neredeyse %90 ‘ı cizye28 ve mukaatalardan29 gelen gelirle sağlanmıştır.30 Nakit olarak devlet kasasına giren bu gelirler bölgeden bölgeye farklılıklar gösterirdi. Halil İnalcık yapmış olduğu bir tabloda 1475 yılına ait gelirleri göstermiş ve en fazla cizye gelirinin Rumeli’den geldiğini ifade etmiştir. 31 Bunun haricinde ise madenlerden, darphanelerden ve tuzlalardan gelen gelirler ise devlet hazinesinin %28’ini oluşturmaktadır. Bu gelirler genel olarak şu şekilde gruplandırılabilir:
2.1. VERGİLER
Osmanlı Devleti’nde vergiler gayrimüslim ve müslüman olan halka göre ayarlanmıştır. Müslüman halkın bazı vergileri vermesi hem devlet hem de dini açıdan bir zorunluluk olmuştur. Gayrimüslim halk ise bu vergileri sadece devlet açısından bir zorunluluk olmasından dolayı ödemişlerdir. Osmanlı vergi sistemi, Şer’i ve Örfi olmak üzere ikiye ayrılmıştır.32 Örfi vergiler, devlet lüzum hissettikçe padişahın iradesiyle belirli zamanlarda bazıları düzenli, bazıları olağanüstü durumlarda şer’i kurallara aykırı olmamak şartıyla halktan alınmıştır ve bunlara “Tekâlif-i Örfîyye” (imdadiye-i seferiye, imdadiye-i hazeriyye, avarız akçesi, menzil malı vesaire)33 denmiştir. Şer’i vergiler alınırken ise temel kaynak Kur’an ve sünnet olmuştur. Haraç, cizye, öşür vergileri şer’i vergiler olup, bunların miktarını belirlemedeki ölçü ise şer’i kurallar olmuştur. Buçalışma içeresinde sadece en fazla uygulanan vergi çeşitleri alınmıştır, zira kaybolan kölenin veya davarın bulunmasından dahi mal sahibine uygulanan ceza vergisini( kaçkun/ yave resmi) düşünürsek, vergi çeşidinin ne kadar fazla olduğunu anlayabiliriz.
2.1.1. TEKLİF-İ ŞER’İYYE
2.1.1.1. Zekât: Müslümanlardan
nakit olarak alınan bir vergi çeşididir. Zekât; lügatta taharet, bereket, çoğaltma-artma, överek anma manasına gelir. Istılahta ise; bir malın muayyen(belli) bir miktarını, muayyen bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım müslümanlara Allah’ ın rızasını umarak vermektir.34 İslamın beş temel şartlarından biri olan zekât, mali bir ibadettir. İslam hukukuna göre zekât; kişinin arzusuna bırakılmazdı. Devlet zekât memurları aracılığıyla zekâtları toplatırdı ve ihtiyacı olan kişilere ulaştırırdı.35 Osmanlı Devleti zekâtı herkesten toplamaz, sadece İslam hukukunda belirtilen müelleflerden alırdı. Ömer Nasuhi Bilmen bu müellefleri şöyle anlatmaktadır36: “Müslüman, hür, akıllı, büluğ çağına ermiş olmalıdır. Gayrimüslimlere, köle ve câriyelere, delilere, çocuklara farz değildir.” Ayrıca bu eserde, hayvanlardan, tarım ürünlerinden, ticaret mallarından, altın ve gümüşten, kâğıt para ve banknotlardan, madenlerden ve definelerden alınacak olan zekât dahi hesaplanmış ve nasıl olması gerektiği mezheplere göre açıklanmıştır. Ramazan ayı içeresinde verilen fıtır sadakası da, Osmanlı da sosyal ve dini hayatı ayakta tutan önemli bir dini vecibe olarak devam etmiştir.
2.1.1.2. Cizye:
“Kelle Vergisi” olarak adlandırılan cizye, lügattaki manasından dolayı bu ismi almıştır. Çünkü cizye lügatta ‘adam başı’ demektir. İslam devletlerinde nasıl müslüman ahali zekât ödüyorsa gayrimüslim ahali de cizye ödemiştir.37 İlk cizye vergisi, hicretin 2.yılında Medine’ deki gayrimüslim ahaliden alınmıştır. Cizye her gayrimüslim kişiden alınmazdı. Alınacak kimselerin; akıllı, hür ve sağlıklı erkek olması gerekirdi. Kadından, yaşlıdan, sakattan, çok fakir olandan ve din adamından cizye alınmazdı. Cizye de alınan miktara göre 3’ e ayrılırdı38: A’la (zengin), Evsat (orta halli), Ednâ (fakir). Cizye yılda bir defa ödenirdi. Fakat halka kolaylık olması açısından iki taksitle de ödenilmesine müsaade edilmiştir. Aslında bu vergi çeşidi, gayrimüslim olan tebaayı himaye ve askerlik muafiyetinin karşılığı olarak alınmıştır.39 Cizyelerin kontrolü her üç yılda bir “nev - yâfte yılı” adıyla yapılırdı ve ölen kimseler kayıttan düşer, yeni mükellefler kayda geçerdi.40 Cizye ödemeleri, altın, gümüş ve mangır adı verilen bakır akçe üzerinden yapılmaktaydı.41
1528 yılında Osmanlı Devleti’nin cizye geliri şöyledir: Rumeli ‘den 42.29 miyon akçe (ispence dâhil), Küçük Asya ve Kırım’dan 3.76 milyon akçedir.42 Bu gelirin toplamı ise 46.05 milyon akçedir. Bu da gösteriyor ki, cizye gelirleri Osmanlı hazinesinin veya Osmanlı giderlerinin çok büyük bir kısmını karşılamaktadır.
Cizye vergisi, 1574 yılında her gayrimüslimden 40 Aspern alınırken bu miktar 1592 yılında 70, 1596 yılında 150, 1630 yılında 240 ve 1691 yılında ise 280 Aspern olmuştur.43 Bu vergi 1855 yılına kadar devam etmiştir.44 Bu tarihte bu vergiden vazgeçilmesinin sebebi, 1856 yılında yayınlanan Islahat fermanıdır.
Cizye de alındığı kişiye göre bazı gruplara ayrılmıştır:
Resm-i ispenç: Genellikle Rumeli’ de yaşayan gayrimüslim tebaadan alınan bir vergi çeşitidir. Bu vergiyi ödeyenler çift resmi ödemezlerdi.45
Resm-i bennak ve resm-i mücerred: Timarı ve toprağı olmayan başka bir işle uğraşan, evli gayrimüslim tebaadan bennak resmi, bekâr olanından ise mücerred resmi alınırdı. Bu kimselerden çift resmi alınmazdı.
Resm-i Arus: Gayrimüslüm olan evlenen kız ve kadınlar için, kocalarından alınan vergidir.
2.1.1.3. ÖŞÜR:
Lügatta “onda bir” veya “on cüzde bir cüz” anlamına gelmektedir.46 “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde uşr (1/10), kova (el-emeği) ile sulananlarda nısf uşr (1/20 nisbetinde zekât) vardır”47 hadisindeki uşr (1/10) kelimesinden almış ve bütün İslam devletlerinde de bu isimle zikredilmiştir. 48 Bu topraklar fetihler sonucunda İslam mücahitlerine veya da müslüman halka verilmiş olan mülk topraklarıdır.49 Ama Osmanlı Devleti’nde öşür; müslümanlardan alınan zirai mahsul zekâtı olarak bilinmektedir. Öşür alınacak arazinin mutlaka öşür arazisi olması gerekmektedir. Öşür oranı toprağın verimine, sulama şartlarına, ürün çeşitlerine, örf ve adetlere ve bulundukları bölgeye göre değişiklik göstermektedir.50 Genellikle tahıllardan ve bakliyattan öşür vergisi mal olarak alınmıştır. Diğer ürünlerden ise, üretimi teşvik amacıyla bu vergi az alınmıştır.
Öşür toplanırken vezir, kumandan ve diğerlerine ayrılan pay olan sâlâriyye, sâlârlık, yemlik gibi ek yükümlüklerle toplanır ve bu payla birlikte onda biri geçmezdi.51
Ebusuud Efendi’nin yapmış olduğu düzenlemelerden sonra, müslümanlardan alınan ve aynı zamanda mülk toprakların zekâtı olarak görülen öşür, harâc-ı mukāseme vergisinin bir alt kolu olarak veya toprak kirasının bir parçası olarak görülmüştür.52
Bu vergi çeşidi Tanzimat’tan sonra kaldırılmıştır.
Öşür vergisi şunlardan alınmaktadır53:
Bağ resmi: Osmanlı Devletindeki bu vergi arazideki ürünün hasat zamanından veya da bağ bozumundan sonra alınmaktadır. Miktar olarak ise bazen bağ çubuğuna göre, bazen ise dönüm hesabına göre vergi tahsil edilmiştir. Mesela bağ bozumundan sonra bağ sahiplerinden her bin çubuktan 40 akçe, iyi bir bağın dönümünden 10 akçe gibi, vilayetine göre, vergi alınmıştır.
Ağnam Resmi: Koyun ve keçi sahibi olan reaya “Ağnam Resmi” adı altında devlete vergi verirdi. Bazı kanunnamelerde “Resm-i merai” bazılarında “Resm-i ganem” ve bir kısmında da “Koyun resmi” olarak yazılmıştır. Ağnam resminden başka ayrıca ağıl hakkı da verilirdi.54 Osmanlı Devleti her 300 koyundan 5 akçe vergi almıştır.
Balık Resmi: Bunun öşür miktarı ise; göllerden, akarsulardan tutulan balığın, oltayla veyahut ağ ile avlanması, tutulan balığın kıyıda mı, yoksa su üzerinde mi tutulduğu, iskeleye nasıl ulaştığı gibi, vb. durumlar gözönünde tutularak vergi miktarı hesaplanmış ve tebaadan ona göre vergi alınmıştır.
Bu vergilerin dışında ayrıca bağçe resmi, bostan resmi, kovan resmi (arı kovanlarından alınan), şira resmi (pekmezden alınır), odun resmi, harir resmi (ipekten alınır), penbe resmi(pamuktan alınan) alınan diğer vergiler arasındadır.
2.1.1.4.HARAÇ:
İslam ansiklopedisi haraç kelimesini şöyle açıklamaktadır: “Fıkıh ve kamu maliyesinde haraç kelimesinin biri genel (vergi ya da devlet gelirleri), diğeri özel (toprak vergisi) olmak üzere iki teknik anlamı vardır. Mutlak olarak ve öşür veya cizye terimlerinin zıttı düşünülerek kullanıldığında üretken arazilerden alınan nakdî yahut aynî toprak vergisini ifade eder.”55 Haraç vergisi, İslam tarihinde ilk kez Hz. Ömer zamanında alınmıştır. Hz. Ömer yeni fethedilen toprakları, müslüman halk arasında dağıtmamış, o bölgenin eski sahiplerine, onlara mülkiyet hakkı vermeksizin toprağı işletme ve ürün alma fırsatı tanımıştır.56 Ve bunun karşılığında ise vergisini almıştır. Bu sayede toprak, hem ehil olmayan kişinin elinde uzun süre kalmamış, hem de düzenli ve verimli olarak toprak işletilmiştir. Haraç topraklar her kısım insana verilmiştir.
Haraç tahsil usulüne ve yeni fethedilen toprakların durumuna göre ikiye ayrılmıştır57:
Harâc-ı vazîfe veya harâc-ı muvazzaf: Ekilebilir arazinin alanına ve ekilen mahsule göre alınan vergidir. Ekim veya hasat olmazsa dahi devlet bu kişiden vergisini alır, ama buna karşın o tarladan yılda iki kez ürün alınsa bile, devlet bir kez vergi alır.
Harâc-ı mukāseme: Ürünün miktarı ne olursa olsun devlet bu miktarın dörtte birini veya da beşte birini kendi payı olarak alır. Yani mahsulün verimiyle alakalıdır.
Osmanlı Devleti’ nin kuruluşundan itibaren bu vergi çeşidi mali sistemde görülmektedir. Bunun en belirgin örneği ise; Sultan II. Murad’ın 1456 yılında vermiş olduğu bir fermanda 20 kadar gayrimüslimi haraçtan muaf kılmasıdır.58 Osmanlı’da haraç ve cizye kelimesi özellikle halk tarafından birbirinin yerine kullanılmış, özellikle XVI. yüzyıla kadar bu vergiyi ifade etmek üzere cizye yerine daha çok haraç denmiştir. 59 Bu nedenle devlet, bu kelimelerin tam olarak anlaşılması için şöyle bir tanım getirmiştir: haraç vergisinin toprak cizyesi (cizyetü’l-arz) ve cizyenin de baş haracı (harâcü’r-ruûs) .60
Bu tanımın daha iyi anlaşılması için şu ibarenin verilmesi daha doğru olacaktır. Gayrimüslimlerden alınan cizye vergisi kişinin müslüman olması halinde kişi bu yükümlülükten kurtulur. Ama eğer o gayrimüslüm müslüman olsa dahi, elindeki toprak haraci bir arazi ise; eskiden olduğu gibi haracını ve ispençesini ödemeye devam eder. Çünkü haraç, kişiye değil, toprağa bağlı bir vergi çeşididir.
Osmanlı Devleti’nde haraç vergisinden muaf tutulanlar ise İslam Ansiklopedisinde şöyle sıralanmıştır: “metropolitler, voynuklar, martoloslar61, kale tamiri vb. hizmetleri karşılığında bazı gayri müslim müsellemler, derbendciler, maden ve taş ocaklarında çalışanlarla oğulları, Eramişeva, Vidin ve Semendire gibi yerlerde kale ve sınır karakollarında koruculuk yapan Eflaklılar”62. Osmanlıların bu grupları kendi askeri gruplarının içeresinde çalıştırmasının nedeni; fetihlerin etkisini yumuşatmaktı.63 Eflakların savaş zamanlarında ordunun arka planında istihdam edilmesi, bunların muaf tutulmasının en önemli sebebidir. Bunlardan sadece yılda 1 florin “Eflâkiye âdeti” denilen vergi alınırdı. Voynuklar da haraç, ispençe, öşür, öşr-i kovan, resm-i hınzır gibi vergileri ödemezlerdi.64
Osmanlı Devleti’nde toprak üzerinden alınan haraçlar ise şunlardır:
Çift resmi: Osmanlı’daki çift-hane sistemi üç temel unsura dayanıyordu: hane halkı, bir çift öküz ve bir çift öküzle işlenebilecek kadar olan toprak parçası. Devlet nasıl şehirlerdeki lonca sistemini şehrin en temel kurumu olarak görüyorsa, taşra teşkilatı için de çiftlik en önemli unsurdur.65 Bir çift öküzü ile işlenebilecek kadar toprağı olan her haneden alınan vergi çeşidine ise “çift resmi” denmiştir. Çift resmi olarak adlandırılan bu verginin diğer adı ise “Kulluk” akçesidir.66 Bu vergi çeşidi, ürüne göre değil, toprağın miktarına göre nakit olarak alınırdı. Alınan miktar bölgeden bölgeye farklılıklar göstermektedir. Mesala yıllık67 olarak Rumeli de yaşayan bir reaya 22 akçe, Suriye’de 40, Anadolu’da 33 ve Doğu Anadolu da ise 50 akçe ödemekteydi.68
Aslında çift resmi reayanın sipahiye karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu yedi hizmetin nakde çevrilmiş halidir. Bu hizmetler ve karşılıkları şöyledir: “3 gün şahsî hizmet veya karşılığı 3 akçe, bir araba ot veya karşılığı 7 akçe, yarım araba saman veya karşılığı 7 akçe, bir araba odun veya karşılığı 3 akçe, araba ile hizmet veya karşılığı 2 akçe olmak üzere toplam 22 akçe, çift resmi belirlenmiştir”69
Osmanlı Devleti’nin iltizam sistemine geçmesiyle bu vergi çeşidi ortadan kalkmıştır.70
Çiftbozan resmi: Devlet toprağını 3 yıl üst üste ekmeyen toprak sahibinden üretim yapmadığından dolayı toprağını elinden alır ve başkasına verirdi.71 Bu ekilmeyen toprak tam çift ise 300, yarım çift ise 150, yarım çiftten az ise 70 akçe kadar resim alınırdı.72
Gayrimüslimlerden alınan diğer vergiler ise; aku resmi, resm-i Zemin ve resm-i dönüm, asiyab resmi (değirmenlerden alınan vergi) ve tapu resmi, haraç cinsinden alınan diğer vergilerdir.
Bunun yanısıra Osmanlı Devleti’ne yıllık olarak “harâc-ı umûmî” adı altında vergi veren, “haraçgüzâr” olarak adlandırılan devletler vardır.73 Bu devletlerin haraç miktarları ülkeye göre veya da ülkenin genişliğine göre değişiklik göstermiştir. Mesela 1407’de; Ceneviz, Yeni Foça için 500 duka altın haraç öderken, Venedik 1408’de Arnavutluk, İnebahtı ve Patras için 1600, 1411’de Bodonitza’nın ilâvesiyle 2100, Arnavutluk’taki bazı yerleri III. Balşa’ya terkettiği için 1419’da yapılan antlaşmaya göre 300, 1430’da Selânik’in fethinden sonra 236 duka altın haraç vermiştir.74
Bu haraç uygulaması Osmanlı Devleti’ne ayak basan ve bu ülkede ticaret yapmak isteyen kişiler için de uygulanmıştır. 1461 tarihli bir gümrük kanununa göre müslüman tüccar % 1, haraçgüzâr % 2, müste’min tüccar75 % 4 gümrük vergisi vermekteydi.76
[...]
1 Ahmet Akgündüz- Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul 1999, s.41
2 hilîk: Arapça “kardeşim” manasına gelen “ahi” kelimesinden veye da Türkçede “yiğit, eli açık, cömert” manalarına gelen “akı” kelimesinden oluşturulan bu isim, Osmanlı Devleti’nde esnaf ve sanat kuruluşlarının eğitimini, üretim ve kalite kontrolünü, fiyat politikasını, kendilerine ait tüzüklerle yasalaştıran, ekonomik hayatı düzenleyen kuruma verilmiştir.
3 Fütüvvet: Vücutlarını halkın sıhhati ve menfaati için feda eden zahitler anlamına gelen bu kelime, lügatta ise; kerem, cömert anlamına gelmektedir. Kuruluşunda tasavvuf erbabı olan insanlar etkili olmuştur. Bu nedenle fütüvvet teşkilatı hem maddi hem de manevi olarak kazanç sağlayan bir kurumdur. Dervişlerin ticaret yaparken İslam usulüne uygun ticaret yapmalarını, birbirlerini kollamalarını, her sabah hamd ve salat-u şeriflerle dükkânlarını açmayı bir kural olarak ortaya koymuştur. (ayrıntılı bilgi için bakınız: Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul 1983, c.I, s.638 )
4 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), çeviren: Ruşen Sezer, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014,s.157; Hasan Fatih Yılmaz, 16. yüzyılda Osmanlı Ekonomisinde Piyasa’nın Karşıtı Pazar, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010, s.24
5 Ribat: Sınırda düşman saldırılarına maruz kalmamak için kurulan karakol nevinden bina veya da tekke anlamında kullanılır. (bakınız: Pakalın, age, c.III, s.37)
6 İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet/ Tekke Münasebetleri, İstanbul 1989, s.96
7 Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu olan hilik, Ankara 1974, s. 51-52; Gündüz, age, s.97
8 http://www.maliye.gov.tr/Tarihce/Bakanl%C4%B1k%20Tarihcesi%20.pdf (Erişim tarihi: 27.10.2014)
9 şıkpaşazâde, Tevârih-i l-i Osmân, hazırlayanlar: Prof.Dr. Kemal Yavuz/ Prof.Dr.M.A. Yekta Saraç, Gökkubbe yay., 2.Baskı, İstanbul 2010, s.62
10 Mehmet Genç, “Osmanlı İktisadi Dünya Görüşünün İlkeleri”,Sosyoloji Dergisi, Cilt III, N 1(1988-89), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1989,s.175-185.
11 Genç, agm, s.175-185.
12 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, İstanbul 2013, s.9.
13 Osmanlı’da ilk Osmanlı sikkesi Osman Bey zamanında, bakır para (pul, fels, mankur/mangır) I. Murad zamanında, sultânî adı verilen altın para ise Fâtih Sultan Mehmed zamanında 1478’de bastırılmıştır. (ayrıntılı bilgi için bakınız: Halil Sahillioğlu, “Akçe”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, İstanbul 1989, c.II, s. 225)
14 şıkpaşazâde, age, s.89
15 Hanefi Demirkıran, “Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa (1305?-1387)”, Devlet-i Aliyye, Köprü Dergisi, Kış 1999, Sayı:65 (Online erişim:http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=422) (ET:27.10.2014)
16 http://www.maliye.gov.tr/Tarihce/Bakanl%C4%B1k%20Tarihcesi%20.pdf (Erişim tarihi:21.10.14)
17 Filiz Giray, Maliye Tarihi, Ezgi yayınları,3.Baskı, Bursa 2010, s.154
18 Halil İnalcık, “Kanunname”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, İstanbul 2001, c.XXIV, s.334
19 Pakalın, age, c.III, s.499
20 Sahillioğlu, “Akçe”, s. 225.
21 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, İstanbul 2012, s.446
22 Halil Sahillioğlu, “Avârız”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1991, c. IV, s. 109
23 M. Macit Kenanoğlu, “Miri Arazi”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2005, c.XXX, s.158
24 Komisyon,”Haraç”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1997, c. XVI, s.89
25 Narh listesi: Yerel yönetimlerin temel malların fiyatlarını belirleyen ve kadılar tarafından onaylandıktan sonra halka ilan edilen liste.
26 İltizam: Osmanlı devletinin kendine ait gelirlerini belirli bir ücret karşılığında başka bir kişiye geçici veya ömür boyu devretmesidir. Bu madde ayrıntılı olarak ileri bölümde açıklanacaktır.
27 Tağşiş uygulaması: Osmanlı Devleti’nde birçok isyana sebep olmuştur. Ulufe dağıtımında bu durum ciddi sorunlar ortaya çıkarmış ve IV. Mehmed döneminde yeniçerilerin çıkarmış olduğu meşhur isyanVak‘a-i Vakvakıyye ile sonuçlanmıştır. Bu durumun nasıl olduğunu Yusuf Oğuzoğlu bir makalesinde şöyle anlatıyor: “Altın para'nın akça karşısında sürekli değer kazanması üzerine 1618ve 1624 yıllarında iki kez "sikke tashihi" (para düzeltmesi)ne gidilerek akça daha da küçültüldü. Değeri 120 akça olan altının giderek yükselmesi ve 1640'da 250'ye fırlaması üzerine aynı tarihle yeni bir para operasyonu daha yapılmıştır. Ayrıca Osmanlı piyasasındaki ufak para ihtiyacını karşılamak üzere, batıdan İspanyol guruşunun 1/8 büyüklüğünde bastırılmış olan “sümn” adı verilen yeni bir para çeşidi piyasaya girdi. 1687'de, artan ordu masraflarının yükünü hafifletmek üzere, öteden beri piyasada mevcut bakır para ön plana çıkarılarak büyük miktarda basıldı. Böylece, bu kez de sümn, pul veya mankur adıyla anılan bu paranın egemenlik devri başladı. Mankur önce iki akça, sonra da bir akça arşılığı olarak işlem görmeye başladı ise de kalpazanlığın artması üzerine üç yıl sonra bu yöntemden vazgeçildi.”(ayrıntılı bilgi için bakınız: Yusuf Oğuzoğlu, “Osmanlı şehirlerindeki halkın vergi yükü üzerine bir araştırma(1680-1700)”, Osmanlı Araştırmaları XV, İstanbul 1995, s.162-163)
28 Cizye: Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim tebaadan askerlik muafiyeti ve onları himayeden dolayı aldığı kişi başına verilen bir vergidir.
29 Mukataa: Osmanlı Devleti’nin kendisine ait bir kısım vergi gelirlerinin belirli bir ücret karşılığında, belirli bir süre için mültezim adı verilen kişiye kiralamasıdır.
30 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300-1600), Eren yayınları, İstanbul 2000, c.I, s.93.
31 İnalcık (2000),age, s.93.
32 Kazıcı (2012), age, s.445.
33 Levent Küçük, Osmanlı Vergi Hukukunda Avarız Kavramı ve Avarızın İdaredeki Rolü, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmış Doktora Tezi, Ankara 2007,s.27.
34 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, sadeleştiren: Mehmet Talu, İstanbul 2002, s.349
35 Kazıcı (2012), age, s. 433-434
36 Bilmen, age, s.351.
37 Suphi es-Salih, İslam Mezhebleri ve Müesseseleri, trc. İbrahim Sarmış, İstanbul 1981,s.274
38 Kazıcı (2012), age, s.437
39 Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Vergi Sistemi, İstanbul 2005, s. 87
40 İnalcık,”Cizye”, s.46.
41 İnalcık,”Cizye”, s.46.
42 İnalcık (2000),age, s.105.
43 Halil Inalcık, An Economic and Social History of the Ottoman Empire 1300 – 1914, Cambridge 1994, s.24-25.
44 Kazıcı (2012), age, s.441
45 Ahmet Tabakoğlu, ”İktisat Sistemi”, Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti, İz yayıncılık, İstanbul, s.195.
46 Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî, İstanbul H.1317, s.937; Kazıcı (2012), age, s.435
47 Buhârî, “Zekât”, 55.hadis.
48 Buhârî, “Zekât”, 55; Bilmen, age, s.369-370
49 Bilmen, age, s.370
50 Ahmet Tabakoğlu,”Öşür”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2007, c.34,s.101.
51 Tabakoğlu, “Öşür”, s.101.
52 Tabakoğlu, Öşür, s.101.
53 Mübühat S. Kütükoğlu, ”Osmanlı Maliyesi” Osmanlı Devleti Tarihi, edt. E. İhsanoğlu, Zaman Gazetesi yayınları, İstanbul 1999, s.532-533.
54 Neşet Çağatay, Osmanlı İmparatorluğunda reayadan alınan vergiler ve resimler, s.485 (Online erişim: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1024/12400.pdf , ET: 24.10.14)
55 Cengiz Kallek, “Haraç”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1997, c. XVI, s. 71.
56 Bilmen, age, s.370
57 Kallek, Haraç, s.72; Kütükoğlu, Osmanlı Maliyesi, s.533.
58 Kazıcı (2012), age, s.443
59 Diyanet İslam Ansiklopedisi Komisyonu, “Haraç”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1997, c.XVI, s.89; Halil İnalcık, “Cizye”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1993, c.VIII, s.45.
60 Komisyon, “Haraç”, s.89
61 Martolos: Osmanlılar, Bizans topraklarını fethetmeye başladıklarında buradaki bazı yerel halkı yerlerinde bırakmış ve bu kişileri kendi hizmetlerinde kullanmışlar ve bunların silah taşımalarına müsaade etmişlerdir. Önceleri sadece Rum halkından olan martoloslar, sonraları diğer milletlerden de olmaya başlamışlardır. (ayrıntılı bilgi için bakınız: Pakalın, age, cilt: II, s.410)
62 Komisyon, “Haraç”,s.90.
63 İnalcık(2000), age, s.52.
64 Komisyon, “Haraç”,s.90
65 İnalcık (2000), age, s.189-190.
66 İnalcık (2000), age, s.195.
67 Tabakoğlu, age, s. 194
68 Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, İletişim yayınları, İstanbul 2011, s.45; İnalcık (2000), age, s.194.
69 Feridun Emecen, “Çift resmi”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, İstanbul 1993, c.VIII, s.309.
70 Pamuk (2013), age, s.136
71 Pamuk (2011),age, s.43
72 Coşkun Üçok, Osmanlı Devletî Teşkilâtında Tımarlar, AÜHF Dergisi, C. 2, S. 4, Ankara 1944, s. 79
73 Feridun Emecen, “Haraçgüzâr”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, İstanbul 1997, c. XVI, s.90
74 Emecen, “Haraçgüzâr”, s.91.
75 Müste’min tüccar: İslam ülkesine emanla giren yabancı tüccar.
76 Emecen, “Haraçgüzâr”, s.91.